İLETİŞİM FORMU

İletişim Formu

Psikolojik yardım talepleriniz için görüş almak için benimle iletişime geçebilirsiniz.

İletişim Formu

Çocuklar Kimleri Sevmez?

Bazı çocukların, özellikle de sempati duyduğumuz çocukların sevgilerini kazanmak, bize değer vermelerini ve arkadaş olmalarını sağlamak isteriz. Bunu sağlamak için de yerli yersiz oyuncaklar alarak, yapmacık sevgi gösterileri ve abartılı sözler kullanmak değil, bizi samimi duygularla sevmelerini hissetmek isteriz. Ancak o zaman bu ilişkinin daha köklü, nitelikli ve uzun süreli olacağını biliriz çünkü.

Bazen de; “ben onu seviyorum, bu duygulara onunda karşılıksız kalması mümkün değil, mutlaka bir gün beni anlar” deyip, hiçbir çaba sarf etmeden işi oluruna bırakırız. Oysa ki çocukların kalbini yada güvenini kazanmak öyle sanıldığı kadar kolay değildir. 

Çocuklarla iletişim kurmanın incelikleri vardır ve bir kere sevmediler mi, sizin doğal olmadığınızı hissettiler mi, sevgilerini kazanmak daha da güçleşir. En kötüsü de ; baştan sempati duyduğumuz çocuğa , zamanla bizim de ilgimiz azalabilir. Ve hatta sizin yoğun ilgi ve sevginize karşılık verme görevini ve sorumluluğunu çocuklarından daha fazla üzerlerinde hisseden ebeveynlerin, çocuklarını size yakınlaşma konusunda zorlamaları, çocuğunda sizden gereksiz yere biraz daha uzaklaşmasına da neden olabilir.

Çevrenizde sürekli çocuğunu “ablaya teşekkür et bakalım” , “sen de teyzeye nasıl olduğunu sor hadi” , “elinize sağlık desene” , “amcanın elini öp” uyarılarıyla itekleyen ebeveyn örnekleri  hiç de az değildir.

Öncelikle çocuğumuzun başkalarının yoğun etkisinde kalmadan, kendini ortaya koymasını bir ebeveyn olarak sağlamamız gerekiyor. Aksi takdirde özellikle kişilik gelişimlerinin yoğun olarak sürdüğü ilk çocukluk ve ergenlik dönemlerinde çocuğumuzun gereksiz muhalif bir kişilik geliştirmesini gerçekleştirmiş oluruz. Hatta aslında sevgilerinin ve ilgilerinin samimiyetine inandıkları insanlara bile, sırf ilgi çekici farklı bir kimlik ortaya koymak adına olumsuz veya ilgisiz davranmaları içten bile değildir.

Peki çocuklarımızın kendilerine güvenlerini artıracak, barışçıl bir kimlik geliştirmelerine olanak sağlayacak, onun psikososyal gelişimini destekleyecek davranışlarımız neler olmalıdır.

Çocuklarımızı aşırı kontrol ve disiplin altında tutmamalıyız. Aşırı disiplin, mükemmeliyetçi davranışlar, abartılı ve dengesiz tavırlar çocukları anne-babanın sözlerine karşı pasif bir dirence iter. Bu direnç çocuğun aynı davranışları zamanla başkalarına göstermesine de sebep olabilir.

Çeşitli olaylar karşısında çocuğun da fikirlerini ifade etmesini sağlayın ve onu düşünmeye sevk edin. Bu özgüveninin artmasını da sağlayacaktır.

Çocuğun kendisini ifade etmesini kolaylaştırmak için karşılıklı olarak sizde ona kendinizi ifade edin. Sık sık karşılıklı konuşup, sohbet etmek ve duygusal paylaşımlarda bulunmak, çocuğun aile dışındaki birileriyle de zaman içinde daha kolay ve sıcak bir iletişime geçebilmesine olanak sağlayacaktır.

Çocuğunuzun sosyal ortamlardaki arkadaşlıklarını ve girişimlerini destekleyin. Gerekmedikçe, özellikle de başkalarının gözü önünde müdahale etmeyin. Engellemeleriniz ve müdahaleleriniz onun ikili ilişkilerde pasif kalmayı tercih etmesine neden olabilir.

Çocuğunuzun aile içindeki kişilerle ve yakın akrabalarıyla olan bağını kuvvetlendirmesi için ortamlar yaratın.

Bu tip önerilere aile içinde azami dikkat gösterilen çocuklara bile kendimizi sevdirmede, keyifli bir iletişim kurmada yine de zaman zaman zorlanabiliriz. Peki neden?

Bir çoğumuz genellikle çocukları çok sevdiğimizi ve onları anladığımızı düşünürüz.

Oysa sırf iletişim kurmak adına ; çocuk konuşurken , hatırlatma ve önerilerde bulunma, fikir yürütme, akıl verme gibi müdahalelerle aslında çocuğu dinlemeyiz. Ve aslında bir probleminden bir duygusundan bahsetmeye çalışan bir kimseye, yargılama, yorumlama, öğüt verme gibi müdahaleler, konuşmaya çalışan kişinin susmasına yada kendini dinlenilmemiş hissederek , küsmesine neden olur. Bu gibi müdahaleler iletişim engelleridir. Ve bu engeller özellikle de çocuklar tarafından çok çabuk algılanır.

Peki ya çocuklar kimleri sevmez?

Her türlü iyi niyetinize karşı , bir çocuğun kalbini neden bazen kazanamazsınız?

Çocukla konuşmalarınızda yetişkin olmanızın verdiği sorumluluk ve hakla; çocuğa her fırsatta ahlak dersi vermeye ve vaaza kalkışıyorsanız,

“ben olsam şunu şöyle yapardım” , “bence………” , “neden sende bunu benim yaptığım gibi yapmıyorsun” tarzında öğüt vermeye, çözüm getirmeye ve sürekli fikir vermeye çalışıyorsanız,

Konuşmalarınızda; “sen daha küçüksün” , “büyükler gibi düşünemiyorsun”, “daha çok tecrübesizsin” , “buna benzer olayları daha önce yaşamadın”, “aslında bu konuda çok yetersizsin” , gibi kendi yaşımızın büyüklüğünü, onun yaşının küçüklüğünü vurguluyorsanız,

Sürekli övüyor, ondan beklentilerinizin yüksek olduğunu hissettiriyor ve her işi mükemmel bir şekilde yapabileceği gibi aslında onu beklentiler ve sorumluluklar altına sokuyorsanız,

Davranışları ve konuşmaları hakkında onu hemen anladığını hissettirmek adına daha konuşmasını bitirmeden olayları tahmin ediyor ve teşhis ediyorsanız,

Kendini kötü hissettiği anlarda “aldırma” , “boş ver” , “düzelir”, “hadi gül artık” , “neşelen biraz” gibi rahatlatma çabalarınızla , aslında kendisini anlaşılmamış hissetmesine, duygularını rahatlıkla ortaya koymasına fırsat vermiyorsanız,

Sürekli ; ”niye?” , “nasıl?” , “neden?” gibi sorularla , ilgilenmek adına onu sorguya çekiyorsanız,

Onun konuşmak istediği ama sizin sıkıcı ve gereksiz bulduğunuz konuları değiştiriyor, işi alaya vuruyor ve kendi konuşmak istediğiniz konuları konuşmaya yönlendiriyorsanız,

Çok mantıklı da olsa, kendinize ait bir fikri , bir doğruyu, ona da inandırmaya ve empoze etmeye çalışıyorsanız, çocuklar sizden uzaklaşacaktır.

Unutmayın!

Çocuklar; çevrelerinde onları gözlerinin içine bakarak dinleyen, sözünü kesmeyen , dinlediğini mimik ve jestleriyle belli eden, yargılamadan sadece seven, sevdiğini belli ederken çocuğa yaşından küçük davranmayan, bir şey öğretmeye çalışırken de ona yaşından büyük davranmayan, sakin, dengeli ve her koşulda tutarlı, yetişkinlere saygı duyarlar ve severler.

ÖZLEM ÖZDEN TUNCA

İlgili Diğer İçerikler

Okullar açılıyor
3 Eylül 2024

Okullar açılıyor…Bazı çocuklar ki bunlar şanslı olanlar, bir okul öncesi eğitim kurumuna, bazıları da ilkokula başlayarak ilk kez “okul” denen bir yapılanmayla karşılaşacaklar. Ve tabii aileler de onlarla birlikte yaşamlarında ikinci kez okula başlamış olacaklar. Ebeveynlerin kendi okul yaşantıları, başarıları, başarısızlıkları, elde edebildikleri, istekleri, erteledikleri, elde edemedikleri vb. gibi hepsi çocuklarının okula başlama süreçlerini direkt veya dolaylı olarak etkileyecek. Çünkü somut sözlerimizle olmasa bile, küçücük bir mimiğimiz bile onların eğitim yaşantısının tümünde etkili olabilecek. Bu yüzden; çocuğumuz anaokuluna (yuvaya, kreşe) veya ilkokula başlarken ebeveyn olarak bazı noktalara dikkat etmemiz çok önemli. Çocuğunuz ilk kez bir okul öncesi eğitim kurumuna başlıyor ise;…. Kendisi için önemli olan birinden ayrılmaya tepki genellikle 6.aydan sonra kendini gösterir. Normal olan ayrılık kaygısı 18 aylık iken doruğa yükselir ve 5 – 6yaş civarında kaygı düşer.3 yaş civarında çocuğun ayrılmayı mantıksal olarak algılama kapasitesi gelişmeye başlamış ve ayrılığın geçici olduğu yani ayrıldığı kişinin (örneğin annenin) belirli bir süre sonra tekrar geleceği fikri yerleşmiştir. Kültürel farklılıklar ve  ebeveynin çocuk yetiştirmeyle ilgili bakış açısı ayrılma kaygısının gelişiminde rol oynar. Çocuğun anneyle çok yakın, fiziksel yakınlığının desteklendiği, çoğunlukla annenin, çocuğun bakımını üstlendiği ve aile dışından kişilerle iletişimin az olduğu ailelerde ayrılmaya gösterilen tepki daha erken olur ve bu durum daha yoğun yaşanır. Ayrılma kaygısı çocuğun bağlandığı ebeveynden (genellikle anneden) ayrıldığında yaşından beklenenden fazla bir kaygılanma gösterdiğinden problem sayılmaktadır Problemli bir ayrılma kaygısı yaşayan çocuk; Evden ya da anneden ayrıldığında sosyal olarak geri çekilme, konuşmama, konsantre olamama, Ayrılma sırasında şiddetli öfke gösterip, ayrılmaya zorlayan kişiye saldırma, hayvan, canavar, karanlık, hırsız vb. …

30 Haziran 2024

Çocuğa sınır koyma noktasında her anne – baba zorlanıyor. Doğru zaman ve doğru yöntem konusunda çelişkilere düşüyorlar. Peki çocuğa nasıl sınır koymalı? Bu sorunun yanıtını Ekol Psikolojik ve Pedagojik Danışmanlık Merkezi Kurucusu Pedagog Özlem ÖZDEN TUNCA’nın yazısında bulabilirsiniz. Küçük çocukların çoğu, üstelik de ancak üç yaşından büyük olanlar için yetişkinlerin kurallarının, sınırlarının arkasındaki mantığı anlamak bir yana, günlük temel ihtiyaçlarla ilgili kuralları anlamak bile çok zor bir şeydir. Herhangi bir kurala neden uymak gerektiğini sorduklarında; ayrıntılı, bilgi içeriği fazla, ikna edici tutumla pek fazla ilgilenmezler. Onlar o anda neredeyse sadece verilen kuralın yeterince keskin olup olmadığını belirlemeye çalışırlar. “Yani aslında bunu gerçekten yapmak zorunda mıyım?” sorusunun keskinliğini ölçmek peşindedirler. Tutumumuz sürekli “Çocuğa ne zaman sınır koymalıyım?” şeklinde olduğunda “hayır”larımız artacak ve zamanla da etkisini yitirmeye başlayacaktır. Ayrıca çok küçük çocuklarda öğrenmenin temel unsurlarından biri olan keşfederek öğrenmenin önüne böylelikle bir engel de koymuş olacağız. Yaşı ne olursa olsun küçük çocuğunuz için, istemediğiniz bir davranış konusunda sınır koymak ve açıklama yapmak isteği içindeyseniz, kural ihlal edilmeden veya önerdiğiniz sonuçlar yerine getirildikten sonra bunu yapmanız daha uygun olur. Çünkü bunu o istemediğiniz davranış gerçekleşirken yaparsanız, çocuk tarafından sınırların test edilmesine olanak verir ve sınırların pazarlığa açık bir konu olduğu mesajını iletmiş olursunuz. Sınırların etkili bir şekilde belirlenmediği evlerde büyüyen çocuklar, sosyal ortamlara girmeye başladıklarından itibaren; reddedilmeler, çatışmalar ve olumsuz tepkilerle karşılaşırlar. Çocuklara dış dünya ile başarılı ilişkiler kurmaları için ihtiyaçları olan kesin mesajların verilmesi ve uygulanmasının sağlanması bu tür problemleri ortadan kaldıracaktır. ? Çocuklar onaylanabilir davranışlar gösterebilmek için, bizim beklentilerimiz konusunda net mesajlara ihtiyaç duyarlar. “Sınırlar …

30 Haziran 2024

3 – 4 yaşından sonra ortaya çıkan tırnak yeme davranışı altı aylık bir sürece rağmen devam ediyorsa bunun arkasında psikolojik etmenlerin yattığını düşünmek gerekiyor. Ekol Psikolojik Pedagojik Danışmanlık& Eğitim Merkezi’nden Özlem Özden Tunca “Çocuğun hareketlerinin kısıtlanması, aşırı baskıcı, otoriter bir anne baba tutumunun olması, çocuğun davranışlarının tasvip edilmemesi, kardeş kıskançlığı, çocuklar arasında ayrım yapılması, anne babanın yeterince ilgi ve sevgi göstermemesi tırnak yemenin nedenleri arasında sayılabilir.” diyerek konuyla ilgili merak edilenleri sizlerle paylaşıyor.bebek.com: Tırnak yeme davranışı en sık hangi yaşlarda görülmektedir?Özlem Özden Tunca: Tırnak yeme 3-4 yaşlarından önce genellikle görülmeyen bir davranıştır. Çocukların%33 ünde görülür. Çocuklarda ilk tırnak yeme 3-4 yaşlarında görülmeye başlar ama en sık görüldüğü yaşlar 7-8 yaşlarıdır. Onun da ötesinde ergenlik çağı çocuklarda en sık tırnak yenen dönemdir. Bu dönemde oran %45 e kadar yükselir.bebek.com: Çocuklar hangi sebeplerle tırnak yemeye başlarlar?Özlem Özden Tunca: 3-4 yaşında ortaya çıkan tırnak yemede çoğunlukla herhangi bir neden aranmaz. O yaşlarda görülen tırnak yemenin çoğunlukla model almayla, ailede biri tırnak yiyorsa onu taklit etme şeklinde ortaya çıktığı görülür. Fakat bu uzayan bir süreçse, bunun arkasında psikolojik etkenlerin yattığı düşünülebilir. Örneğin çocuğun hareketlerinin kısıtlanması, aşırı baskıcı, otoriter, kısıtlayan bir anne baba tutumunun olması, çocuğun davranışlarının çoğunlukla tasvip edilmemesi, kardeş kıskançlığı, çocuklar arasında ayrım yapılması, anne babanın yeterince ilgi ve sevgi göstermemesi ve çocuğun yanındaki geçimsizlikleri nedenler arasında sayılabilir.bebek.com: Tırnak yeme problemi cinsiyete göre farklılık gösterir mi?Özlem Özden Tunca: Özellikle ergenlik döneminde kız ve erkekler neredeyse eşit olarak tırnak yerler ama kız çocuklarda tırnak yemeye, erkek çocuklara göre biraz daha fazla rastlandığı biliniyor. Fakat cinsiyete göre çok farklılık gösterdiği tırnak yeme için …

30 Haziran 2024

Çalışan– çalışmayan pek çok anne, çocuklarını büyütürken bakıcılardan yardım alıyor. Bu konuda medyaya da yansıyan öyle fena haberler var ki, pek çoğumuz için çocuğumuzu dövmeyecek, evimizi soymayacak bir bakıcı “iyi bir bakıcı” demek... Peki aslında iyi bir bakıcı nasıl olmalı? Çocuğumuz bizden çok vakit geçirdiği bakıcısını “anne” yerine koyabilir mi? Yabancı bakıcılar mı yoksa yerli bakıcılar mı daha iyi? Kaç yaşından itibaren bakıcıdan yardım almalı, kaç yaşında bırakmalı? Yabancı bakıcılar çocukların farklı kültürlerle iç içe büyümesi ve yabancı düşmanlığı gibi olumsuz duygulardan arınması için faydalı mı yoksa kültür karmaşası yaşamalarına mı neden oluyor? Yuva mı, bakıcı mı daha iyi, bakıcılarla yetişen çocuklar daha mı şanslı? Bu konuda soru bitmez, aklınıza takılan ne varsa uzman isimlere ve tecrübeli annelere sorduk, işte farklı görüşler...‘Yatılı bakıcı çocuğa zarar, çocukla anne-baba ilgilenmeli’Uzman Psikolog ÖZLEM ÖZDEN TUNCAEĞER anne çalışıyorsa çocuk bakıcıya verilmeli, aslolan çocuğun anne tarafından bakılması ve büyütülmesidir. Çocuklar en fazla birinci dereceden aile büyükleri (babaanne-anneanne-hala-teyze) tarafından büyütülmeliler. Anne çalışıyorsa bile çocuğun 1,5 yaşından önce bir bakıcıya verilmemesi gerekir. Çocuk bakıcıya götürülmeyecek, bir akraba evine bırakılmayacak, bakacak kişi çocuğun evine gelecek, kendi evinde, kendi eşyalarıyla, kendi mekânında bakılacak. Bakıcı olsa bile çocuğun 1.5 yaşından itibaren okulların bünyelerinde olan veya bağımsız olarak açılan oyun gruplarına haftada birkaç saat ebeveyn veya bakıcı eşliğinde başlatılması yararlıdır. Çocuğun 3 yaşından itibaren hiçbir şekilde bakıcıya bırakılmadan bir okul öncesi eğitim kurumuna verilmesi daha uygun.Anne-baba eve geldiğinden itibaren, bakıcı yatılı bile olsa, çocuğun tüm fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarıyla ilgilenmelidir Hiçbir şekilde anne-baba evdeyken çocuğa bakıcı yemek yedirmeyecek,uyutmayacak, alt temizliğini yapmayacak, …

30 Haziran 2024

‘’ Hayata pozitif bakış açımız, bebeğimizin yaşamına olumlu başlaması ve sağlam bir kişilik geliştirmesi için ilk ve en önemli koşuldur. Tabii bunun dışında daha birçok faktör kişiliğin temel yapı taşlarını oluşturur. Çocuğumuzun kişilik özelliklerinin aslında o daha dünyaya gelmeden şekillenmeye başladığını söyleyen Uzman Psikolog Özlem Özden Tunca, anne-babalara bu konuda önemli ipuçları verdi.’’  Hepimiz çocuklarımızı farklı düşüncelerle dünyaya getiririz. Düşünce sürecimiz daha bebeğimiz vücudumuzda oluşmadan önce işlemeye başlar ve bu süreç bizi ebeveyn olarak tüm yaşantımız boyunca etkiler. Bu süreci anne-baba olmaya isteyerek karar verip vermememiz, yakın çevremizin bu olaya bakış açısı, eşimizle ilişkimizin niteliği, yaşadığımız kültürün getirdiği kalıp düşünceler, kendi çocukluğumuz, yaşımız, kişilik özelliklerimiz ve hatta yaşadığımız ülkenin ideolojik yapısı etkiler. Hepsi ve daha fazlası çocuğun kişiliğinin en temel yapı taşlarını oluşturmaya başlayan özelliklerdir.  Çocuğumuzun nasıl bir birey olacağı, yani kişilik özellikleri o daha dünyaya gelmeden şekillenmeye başlar. ‘’Anne kendini nasıl hissediyor, dışarıda yüksek sesli tartışmalar oluyor mu, baba anneye ne kadar şefkatli davranıyor, anne ve baba yakınlarıyla bebek hakkında ne konuşuyor, annenin duygusal ve sosyal yaşantısı ne kadar doyurucu?’’ KİŞİLİK GELİŞİMİ 0-6 YAŞ ARASINDA OLUŞUYOR  İnsanlar hayata, kendi soylarından miras bazı özelliklerle gelirler. Ancak asıl belirleyici olan bu genetik mirasın üzerine sonradan eklenenlerdir. Tüm hayatımız boyunca taşıyacağımız kişilik özelliklerimizin yüzde 70’lere varan bir oranda 0-6 yaş döneminde oluştuğu artık araştırmalarda da doğrulanmış bir gerçek. Geri kalan ve sonradan gelişen özelliklerimiz, 0-6 yaşta atılan temellerin üzerinde şekillenen özelliklerdir. Yetişkin bir birey olarak bizi biz yapan temel özelliklerimiz aslında çok küçük yaşlarımızda büyük ölçüde belirlenmiştir. İlk çocukluktan sonraki yaşantımızda olumsuz …

30 Haziran 2024

Kendi korkularınızı sözler ve davranışlarla onlara geçirebiliyor;bazen de bir başa çıkma yöntemi olarak ‘bilinçli korkutma’yı tercih ediyoruz. Oysa onlar, suni korkularla sindirilemeyecek kadar değerli… Kediden, köpekten, karanlıktan, yalnızlıktan belki de ölümden korkuyorsunuz. Sokakta korktuğunuz hayvanı görünce yolunuzu değiştiriyor, çığlık atıyor, karanlıkta uyuyamıyor, böceklere asla tahammül edemiyorsanız, evet ‘korkuyorsunuz.’ Bunu kabul de ediyorsunuz. Fakat işin ilginç yanı bu korkuları kendi çocuğunuzda gördüğünüzde şaşırıyor ve onun korkularıyla baş edebilmesi için çeşitli tekniklerde bulunuyorsunuz. Acaba siz korkmaya devam ettikçe onun bu korkudan kurtulması mümkün mü? Soruyu, Uzman Klinik Psikolog ve Pedagog Özlem Özden Tunca yanıtladı. Annelerin korkuları çocuklara genetik olarak geçer mi? Son yıllarda yapılan birçok araştırma korku ve stresin nesilden nesile aktarılabileceğini ortaya çıkardı. DNA’da oluşan kimyasal değişimler yoluyla bazı bilgiler biyolojik olarak ebeveynlerimizden bize miras kalıyor. Bu bilgiler içinde bir çok konunun yanı sıra korkular da bulunuyor. Araştırmalar, bir ebeveynin bebeğine hamile kalmadan önceki deneyimlerinin, sonraki nesillerin sınır sisteminin hem yapısını hem fonksiyonlarını önemli derecede etkilendiğini gösteriyor. Herhangi bir dış etken olmaksızın ortaya çıkan korkuların, bu genetik aktarımla ilgili olduğu düşünülüyor. Annenin kediden, köpekten ya da karanlıktan korktuğunu gören çocuk nasıl aynı korkuları yaşıyor? Anne ve/veya baba hatta evdeki bireylerden herhangi birinin korkusuna çocuk şahit olmuşsa, sadece bu olayı gözlemlediği için korku model alma yoluyla büyük bir olasılıkla çocuğa geçebiliyor. Gözlemlediği yetişkin, korkusunu, sadece sözel değil, bedensel tepkilerle de belli ettiyse çocuğun öğrenmesi ve aynı korku davranışlarını göstermesi çok olası bir sonuç. Bu şekilde oluşan korkular genetik olarak değil, model alma yoluyla oluşan korkulardır ki en çok da korkuların oluşma sebebi …